BAŞÖĞRETMENDEN ÖĞRETMENLERE MESAJ VAR

Sevgili Dostlarım, Başöğretmen Atatürk’ün mesajından önce, çok şey borçlu olduğumuz öğretmelerimizin, öğretmen gününün tarihini bir göz atalım.

24 Kasım 1928 yılı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün “Millet Mekteplerinin Başöğretmenliğini kabul ettiği gündür. Bakanlar Kurulu, Atatürk'e “Millet Mektepleri Başöğretmenliği” unvanını 11 Kasım 1928'de yaptığı toplantıda vermiş ve bu unvan, 24 Kasım'da Millet Mektepleri Talimatnamesinin yayınlanması ile resmileşmiştir.

Ebedi Başöğretmeniz, Atatürk’ün 100. doğum yıldönümü olan 1981 yılında, “Başöğretmen” olduğu günün ülke çapında Öğretmenler Günü olarak kutlanmasına karar verilmiştir.

Öğretmenler Günü ile ilgili kutlamalar, 26 Kasım 1992 yılında Resmi Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe giren Öğretmenler Günü Kutlama Yönetmeliği çerçevesinde gerçekleşmeye başlamıştır.

Doğduğugün (24 Kasım) mesleği belli olan sevgili eşim,can yoldaşım Hülya FİŞENGİ’nin, ilk mesleği öğretmenlik olan canım babam Köksal FİŞENGİ’nin, kardeşlerimiz gibi olan sevgili dostlarımız Murat ve Fatma hocalarımın, Metin amcam ve Emineyengemin, ayrıca bugüne kadar bende emeği olan öğretmenlerim başta olmak üzere,vatanımın dört bir yanında fedakârca çalışarak bu ulvi görevi layıkıyla yerine getiren bütün öğretmenlerimizin öğretmenler gününü sevgiyle, saygıyla,minnetle kutlarım.

Dünyanın en değerli varlıkları olan siz öğretmenlerime, bu kutlu günde, Başöğretmen Atatürk’ün 22 Eylül 1924 yılında Samsun’da sizinle yapmış olduğu konuşmanın tamamını paylaşmayı uygun buldum. Biraz uzun olsa da konuşmayı okuduğumuzda bugün bile hala geçerliliğini koruduğunu görürüz. Bunu da ancak ebedi Başöğretmen, Başkomutan Atatürk’ten başka kimse sağlayamazdı. Bu konuşma,(mesaj) siz öğretmenlerimin kutup yıldızı, yol göstericisi olmalıdır.

ATATÜRK’ÜN,SAMSUN’DA ÖĞRETMENLERLE KONUŞMASI (22 Eylül 1924)

‘’Sayın Bayanlar ve Baylar. Bu çay ziyafetini düzenleyenlere özellikle teşekkür ederim. Bu fırsat beni Samsun'un çok aydın bir çevresinde bulundurmuş oldu. Bu fırsat beni beyinleri ilim ve fen ile donanmış kıymetli insanlardan oluşan bir topluluğun huzurunda pek mutlu etti.

Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki rehber ilimdir fendir. İlim ve fennin dışında rehber aramak gaflettir, (vurdumduymaz) cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız; ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemelerini zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen dilinin çizdiği kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak demek değildir. Çok mesut bir duygu ile anlıyorum ki hitap ettiklerim bu gerçekleri anlamışlardır. Mutluluğum artıyor. Şununla ki, hitap ettiklerim eğitim ve öğretimleri altında bulunan yeni nesli de gerçeğin nurlarıyla doğumuna etkili olacak şekilde yetiştireceklerini vaat etmişlerdir. Bu hepimiz için iftihar edilecek bir durumdur.

Hemşerimiz Hanımefendi ve ondan sonra beyanatta bulunan muhterem, hassas arkadaşlarımız uzak geçmişi çok güzel belirterek açıkladılar. Yakın geçmişin acılarını da gerçekten kalpleri parçalayacak şekilde anlattılar

Bu vesile ile şahsıma karşı birçok iltifatta bulunmak nezaketini gösterdiler. Bu iltifatlar samimi ve kalpten olduğu için şüphesiz çok memnunum, duyguluyum ve teşekkür borçluyum. Yalnız sizden olan bir şahsa sizden fazla önem vermek, her şeyi milletin bir ferdinin kişiliğinde toplamak, geçmişe, bugüne ve geleceğe, bütün bu zamanlara ait bir toplumsal açıklanmasını ve ortaya çıkarılmasını böyle yüksek bir toplumun mütevazı bir şahsiyetinden beklemek elbette ki lâyık ve gerekli değildir.

Memleket ve milletin hayat ve geleceğine olan sevgi ve hürmetimden dolayı huzurunuzda bir gerçeği açıklamaya mecburum. Vatandaşlar, vatandaşınız olan herhangi bir şahsı istediğiniz gibi sevebilirsiniz. Kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evlâdınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz. Fakat bu sevgi sizi, milli varlığınızı bütün sevgilerinize rağmen herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermeye sebep olmamalıdır. Bunun aksine hareket etmek kadar büyük bir hata olamaz. Bir millet için, bir milletin varlığı, bir milletin şerefi ve haysiyeti, bir milletin büyüklüğü için bu kadar hata olamaz. Ben mensup olduğum büyük milletimin böyle bir hatayı artık yapmayacağına dair tam bir güvene sahip olmakla rahatım ve bundan övünç duyarım.

Ben ve benim gibi birçok vatandaşlar, kardeşler bundan beş, beş buçuk yıl önce milletin esas vatanı, ümitsiz felâkete düştüğü zaman görevli oldukları, vicdan, namus, haysiyet yönünden yükümlü oldukları görevi yapmak durumunda kaldılar. Bunu elbette yapacaklardı. Yapmaları zorunlu idi, vicdani idi, insani idi, milli namus idi. Ben bu kutsal esasların dışında hareket edebilir mi idim? Efendiler; elbette edemezdim. Türk milletinin gerçek hiçbir ferdi bu gerekleri dışında hareket edemezdi efendim. Ben elbette bu üzücü manzara karşısında vicdanımın emirlerine karşı, milli namusumuzun aksine hareket edemezdim. Mensup olmakla iftihar ettiğim yüksek toplumun yüksek haysiyetine elbette aykırı hareket edemezdim. Bence mensubu olmaktan onur duyduğum milletin hiçbir ferdi bu namus gereğinden asla sapmamıştır. Aziz namuslu vatandaşlar, emin olunuz eğer bunun dışında gösterilenler varsa onların kalp ve vicdanı milletimizin müşterek nezih, temiz vicdanından hiç ilham almamış, kapkara sefil vicdanlardır.

Bizim milletimiz derin, köklü bir geçmişe sahiptir. Milletimizin hayat eserlerini düşünelim. Bu düşünce bizi elbette altı yedi asırlık Osmanlı Türklüğünden, Selçuk Türklerine ve ondan önce bu devirlerin her birine eşit olan en büyük Türk devirlerine götürür. Bütün bu zamanlarda dikkat buyurunuz Türk kendi ruhunu, benliğini, hayatım unutmuş; nereden geldiği belirsiz bir takım başkanların şuursuz vasıtası olmak durumunu düşmüştür. Türk milleti kendi benliğini, kendi dimağını, kendi ruhunu unutur gibi olmuş ve varlığı ile herhangi bir maksada, neticesi hor görülmek olan, esaret olan karşılık beklemeksizin köle olmaya götüren küçük, kıymetsiz bir hedefe sürüklenmiştir. Maalesef milletin bu dikkatsizliği çok uzun sürdü, bu yüzden her türlü yoksulluklara ve mahkûmiyetlere uğramaktan kendini kurtaramadı. Gösterdiği bütün itaatkârlığı aldığı milli olmayan terbiyenin gereği olduğunu fark etmeksizin sağlam bir terbiyenin eseri olduğu kanaatiyle uyguluyordu. Esas terbiye, hedef ve esası belli olan terbiye ne büyüktür. Bu hususta tutulan yol yanlış ise koskoca bir millet güvendiği ve inandığı kitaplardan; mukaddes kitapları şahit göstererek rehber olduklarını iddia edenlerin sözlerine inanarak yürürlerse ve bu yürüyüşün istikameti kendilerini yıkılmaya ve yok olmaya götürürse, kabahat bu yolu takip eden nezih, güzel ahlâklı, fedakâr, rehberlerine güvenen zavallı halktan çok, rehberlere ait değil midir?

Söz söyleyen arkadaşlarımızdan biri bana nereden ilham ve kuvvet aldığımı sordu. Bu soruya kısa bir cevap vermek isterim. Diyebilirim ki, bugünkü uyanışı, düne, geçmişe borçluyuz. Herhalde babalarımızın, analarımızın, bizi terbiye edenlerimizin ruh ve dimağlarımızın gelişmesinde çok verimli etkileri vardır. Gerçi biz, belki burada bulunan hepimiz dünyaya geldiğimiz zaman bu topraklar üzerinde yaşayanlarla beraber, kahredici bir keyfi idarenin pençesi altında idik. Ağızlar kilitlenmiş gibi idi. öğretmenler, terbiye edenler, yalnız bir noktayı dimağlarda yerleştirmeye mecbur tutulmakta idi.

Benliğini her şeyini unutarak bu büyük baskı ve zorbalığa boyun eğmek, onun kulu, kölesi olmak. Bununla beraber hatırlamak lâzımdır ki, o baskı altında bile, bizi bugün için yetiştirmeğe çalışan gerçek ve fedakâr öğretmenler, terbiye edenler eksik değildi. Onların bize verdikleri ilim irfan elbette esersiz kalmamıştır. Şimdi burada kıymetli bir kişiye rastladım. O, benim ortaokul birinci sınıfında öğretmenim idi. Bana henüz basit şeyler öğretirken gelecek için ilk fikirleri de vermişti. Efendiler, izah etmek istiyorum ki, ilk ilham ana baba kucağından sonra okuldaki öğretmenin lisanından, vicdanından, terbiyesinden alınır. Bu ilhamın gelişebilmesi, millet ve memlekete hizmet edebilecek kudret ve kabiliyeti kazanabilmesi için, millet ve memleketi büyük, derin ilgi yaratan fikir ve duygularla heran kuvvetlendirmek lâzımdır. Bu fikir ve duyguların kaynağı bizzat memleket ve millettir. Milletin ortak arzu ve eğilimine temas etmek ve onun gereklerine varlığı adamayı hareket kuralı olarak kabul etmek hakiki yolda yürüyebilmek için tek esastır. Bir milletin fertlerinde hâkim olması ve mutlaka uyulması gereken, milletin ortak arzusu ve toplumsal fikridir. Bir insan memleket ve milletine faydalı bir iş yaparken, göz önünden bir an uzak bulundurmağa mecbur olduğu kural, milletin hakiki eğilimidir.

Bu nedenle, Efendiler; arkadaşımızın sorduğu ilham ve kuvvet kaynağı milletin kendisidir. Milletin ortak, bir eğilim ve genel bir fikri olduğunu inkâr edenler de vardır. Bu gibileri hepiniz çok işitmişsinizdir. Memleketimizin ve milletimizin başına bunca felâketler hiç şüphe etmemelidir ki bu düşüncesiz insanların memleketin talih ve iradesini ellerinde tutmuş olmalarından ileri gelmiştir. Bir toplumun mutlaka ortak bir fikri vardır. Eğer bu her zaman ifade edilemiyor ve gösterilemiyorsa, onun mevcut olmadığına karar verilmemelidir O gerçek hayatta mutlaka vardır. Varlığımızı, bağımsızlığımızı kurtaran bütün işler ve hareketler, milletin müşterek fikrinin, arzusunun, azminin meydana getirdiği büyük eserden başka bir şey değildir. Arkadaşlar, bugün ulaştığımız netice şüphesiz, çok memnuniyet vericidir, ümit vericidir. Fakat bu memnuniyeti devem ettirebilmek için, ümitleri uygulama sahasına koyabilmek için bundan sonra dikkat edilecek noktalarda çoktur. Son söz söyleyen hoca efendinin ifadelerinden ilham alarak arz edeyim ki, en önemli, en esaslı nokta terbiye meselesidir. Bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı yüce bir toplum halinde yaşatan veya bir milleti esaret ve sefalete terkeden şey terbiyedir.

Terbiye kelimesi yalnız olarak kullanıldığı zaman herkes kendine göre bir anlam çıkarır. Ayrıntıya girişilirse terbiyenin hedefleri, amaçlan çeşitlenir. Meselâ dini terbiye, milli terbiye, milletlerarası terbiye... Bütün bu terbiyelerin hedef ve gayeleri başka başkadır. Ben burada yalnız yeni Türk Cumhuriyetinin yeni nesle vereceği terbiyenin milli terbiye olduğunu kesinlikle ifade ettikten sonra diğerleri üzerinde durmayacağım. Yalnız işaret ettiğim manayı kısa bir örnek ile açıklayacağım.

Yeryüzünde üç yüz milyondan fazla Müslüman vardır.

Bunlar ana, baba, hoca terbiyesiyle, terbiye ve ahlâk almaktadırlar. Fakat maalesef gerçek olay şudur ki, bütün bu milyonlarca insan kitleleri şunun veya bunun esaret ve hor görü zincirleri altındadır. Aldıkları manevi terbiye ve ahlâk onlara bu esaret zincirlerini kırabilecek insanlık meziyetlerini vermemiştir, veremiyor. Çünkü terbiyelerinin hedefi milli değildir.

Milli terbiyenin ne demek olduğunu bilmekte artık bir karışıklık ve yanlış anlama olmamalıdır. Bir de milli terbiye esas olduktan sonra onun dilini, usulünü, vasıtalarını da milli yapmak zorunluluğunu tartışmak gereksizdir. Milli terbiye ile geliştirilmek ve yükseltilmek istenen genç beyinleri bir taraftan da paslandırıcı, uyuşturucu, hayali fazlalıklarla doldurmaktan dikkatle kaçınmak lâzımdır.

Hoca Efendi bu fikrini izah için "Vettini ve zzeytûni ilâh..." ayetini kendince açıkladılar. İncir ve zeytin çekirdeğinden kural çıkardılar. Birindeki çokluğu diğerindeki tekliği işaret ettiler. Ayetin anlamı bu mudur? Değil midir? Bir şey demeyeceğim. Yalnız, bu seyahatim esnasında tesadüfen bu ayetin manasını ben diğer bir hoca efendiden sormuştum. Bunun için yarım saat kadar incelemeye ihtiyacı olduğunu söyledi. Ömrünü medreselerde din ilimlerini öğrenmek ve öğretmekle geçiren bir zat bir kitabın bir satırını Türkçe ifade edebilmek için böyle bir ihtiyacı ileri sürerse millet, milletin fertleri ne desin? Onun için Efendiler, genç kuşakların beyinlerini yormadan onların herşeyi alıp öğrenebilecekleri konular gerçek izleri ile donatılmış olmalıdır.

Bu toplantıda söylenen sözler o kadar hislenip, duygulanmama sebep oldu ki, kulağımda o kadar İlahi bir uyum meydana getirdi ki, bunu bozmamak için bir kelime bile sözetmek niyetinde değildim. Fakat karşınızda bulunmanın ruhumda meydana getirdiği zaptedilemeyen memnuniyet beni hislerimi ve düşüncelerimi açıklamaya yöneltti.

Beni dinlemek zahmetine katlandığınızdan dolayı hepinize teşekkür ederim’’. 1924

Vatan sana minnettardır ATAM! Seni her zaman dinleyebilsek, anlayabilsek .izinde yürüyüp sözlerini uygulayabilsek!!

Ünlü düşünür Diyojen ‘’Yeryüzünde öğretmenlikten daha şerefli bir meslek tanımıyorum’’ demiştir.Ülkemin fedakâr öğretmenleri, sizler her şeyin en güzeline layıksınız. Yakın zamanda umarım, maddi manevihak ettiğiniz değeri görürsünüz.Türkiye Cumhuriyeti, muhasır medeniyete, bilimin, aklın, mantığın ışığında sizlerin gayreti ile yakalayacaktır.

Sağlıkla, Sevgiyle, Bilgiyle kalın…

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.