İLK HEDEF İRAN, SONRA TÜRKİYE Mİ?

Kasr-ı Şirin Anlaşmasının 1639 yılında imzalanmasından sonra sınırlarımızın hiç değişmediği, fakat her zaman sinirlerin gerildiği, çıkarların ve müttefikleri değiştiği Ortadoğu’daki komşumuz İran. 
     Bugünü daha iyi anlamak için XX.yüzyılın ikinci dilimine geri gitmek gerekir.1960 yılının ikinci yarısında, İran şahı Rıza Pehlevi İran’ın nükleer silahlara sahip olmasını istedi. Bunun içinde bilimsel çalışmalar yapılacağını ilan edecek, ama esas olarak gizlice nükleer silah geliştirilmesi için her şey yapılacaktı. Bu konuda kendisine ABD, Fransa ve Batı Almanya yardımcı olacaktı. 1967 yılında ABD, İran’a zenginleştirilmiş uranyum ile çalışan 5 megavatlık reaktör sattı. Soğuk savaş döneminde İran önemli ülke idi. Kuzeydeki SSCB’ne karşı İran güçlü tutuldu. Bu dönemde Şahın (İran) en önemli düşmanı Saddam’dı(Irak). Bölgedeki iki ülkenin kendi arasında rekabete girmesi ABD ve Batı ülkeleri açısından ekonomik yönden bulunmaz bir pazardı.
ABD İran’a ‘’Nükleer Silahların Yaygınlaşmasının Önlenmesi’’ anlaşmasını 1970 yılında imzalattı. Bu; Nükleer Silahlara, Küresel Aktör olarak kendisini kabul ettirmiş birkaç ülke sahip olabilir, onu dışındakiler asla sahip olmaması gereken durum olduğunu kabul ettirecek yazılı ve imzalı bir beyandı.
1979 yılında Şah devrilince yerine geçen Humeyni; Nükleer teknoloji ile ilgili her şey; İslam’a aykırıdır, diyerek bu konu ile ilgili tüm çalışmaları durdurdu.(Maalesef günümüzde bile halen, mollalar, şeyhler, şıhlar, tarikatlar sayesinde İslam dini bilimden akıldan hep uzak tutulmaya çalışılmaktadır.) İran, Irak ile savaşın şiddetli günlerinde; nükleer gücü tekrar sorguladı. Nükleer güce sahip olmaları gerekliliğini anlamışlardı. 
İran yeni dönemde arayışlarını sürdürürken dünyada dengeler değişiyor, soğuk savaş bitiyor SSCB’de tarihe karışıyordu. ABD tek süper güç haline gelmiş İran’a ihtiyacı kalmamıştı.(Devletlerarasında asla kalıcı dostluklar, stratejik ortaklık yoktur. Çıkar ilişkileri vardır) İran; Çin, Hindistan, Fransa, Almanya ve Pakistan’la gizli ilişkilere girip nükleer programını sürdürmeye çalıştı.
İran, ABD’nin tüm çabalarına rağmen, 1995 yılında Çin ve Kuzey Kore ile nükleer işbirliği anlaşması imzaladı. Ruslar; 1990 yıllarının ortalarından sonra Rusya Konfederasyonu şeklinde eski gücüne kavuşuyordu.2000’li yılların başlarında İran, ABD’nin baskılarına direnebilecek Ülkerlerle anlaşmalar yaptı. Bunlar Rusya ve Çin’di. İran Rusya ile her konuda ilişkilerini geliştiriyordu. Çin’de İran’ı destekliyordu. Çin açısından İran çok önemli bir petrol kaynağı ve silah pazarıydı. Ayrıca Amerika’nın körfezdeki donanmasını Ortadoğu’dan Pekin’e giden petrol hattını engelleyebileceği endişesi taşıyordu. Bu nedenle ABD’ye karşı İran’ı kullanmayı hep gündemde tuttu. Washington yönetiminin 2002 yılında, İran’ın Arak ve Natanz tesislerinde nükleer silah üretmeye çalıştığını ileri sürmesi üzerine İran ile ABD arasında başlayan nükleer kriz, 2002’den bu yana tırmanarak devam etmiş ve bu süreçte çok taraflı bir krize dönüşmüştür.
İran ABD için demir leblebiydi. 2000yıllarda hemen çözülmesi gereken problem olarak görülmedi, zamanı vardı. Derin dondurucuya atılıp zamanı geldiğinde derin dondurucudan çıkarılıp sorun halledilecekti.
2017 yılına geldiğimizde Irak’a ileri demokrasi götürülmüş, Arap baharı etkisiyle Ortadoğu’daki ülkeler dizayn edilmiş, Suriye’de Terörist İslami gruplara temizleme harekâtı yapılmakta, her zaman kullanabilecekleri Kürt gruplara gerekli destek(eğitim, nakdi ve silah yardımı) verilmişti. Artık İran’ın derin dondurucudan çıkarılma zamanı hafiften gelmişti. Öncelikle dondurucudan çıkarılan her madde gibi İran için ön hazırlıkların yapılması gerekiyordu.
Amerikalılar yeni Başkanı Donald Trump ile Dış politikaya da açılmaya başladı. Bundan önceki başkan Obama'nın ikinci döneminde hedefe alınan son ülke İran olmuştu. Yeni Başkan Trump'ta bu ülkeye yönelik tehditkâr açıklamalarıyla dış politika söylemlerine yön verdi. Zira İran son dönemde bölgedeki İslam ülkelerin medyasında ırkçı, mezhepçi, tüm karışıklıkların baş sorumlusu olarak görülüyordu. Trump'ın açıklamaları ve İran'ın da aynı sertlikle karşılık vermesiyle başlayan düello İran'ın yeni füze denemeleriyle gerginliğe dönüştü. İran ile ABD arasındaki gerilimin artmasının ardından ABD Savunma Bakanı James Mattis, İran'ı "terörizmin en büyük destekçisi" olarak tanımladı. Japonya ziyareti sırasında konuşan ve "İran'ın teröre desteğinin Lübnan, Suriye, Bahreyn ve Yemen'de görüldüğünü" belirten James Mattis, İran'a karşı Orta Doğu'daki ABD askerlerinin sayısının artırılmasına ise gerek olmadığını söyledi. Ancak gerçekten yaşananlar bu açıklamadan çok uzaktaydı. Zaten İran dışında bu ülkenin çevresindeki tüm ülkelerde Amerika askeri unsur bulunduruyordu. Trump, Aden Körfezine savaş gemileri göndererek ve Katar Krizi ile gerekli mesaj verilmişti. Amerika'nın İran Stratejisi:  Kontrollü Anlaşma veya Savaş! Üstüne kurulmuştu.
Irak, Suriye ve Yemen’de Amerika’nın askeri unsur bulundurduğu ülkelerde, İran’ında askeri unsurları vardır. Buna rağmen taraflar arasında herhangi bir çatışma durumu söz konusu olmamıştır. Üstelik Amerika kendi ürünü olan IŞİD, PYD gibi örgütlerle kontrollü savaş ve ortak hareket güderken İran menşeli Haşd Eş Şabi örgütüne de dokunmamıştır.
İki ülke arasındaki ilk müdahale, İran'ın geçtiğimiz yıl Ocak ve Temmuz aylarında karasularına giren Amerikan deniz kuvvetlerine ait askerleri gözaltına almasıyla yaşanmıştı. Gözaltı krizi, Amerika'nın geri adım atmasıyla son bulmuştu. Obama bölgede olduğu gibi İran'a karşı da yumuşak tavır sergilerken Trump yönetimi daha şahin politika sergiliyordu.  
Soğuk Savaş döneminde Şah yönetiminin iktidarda olduğu süreç boyunca İran’ın nükleer faaliyetlerini bizzat destekleyen ABD ve AB bu kez İran nükleer programına karşı çıkmakta; Rusya ve Çin ise 1979 Devrimi’nden önceki tutumlarının aksine İran’ın nükleer çalışmalarına destek vermektedir. Bu yönüyle İran nükleer krizi, 11 Eylül sonrası beliren yeni uluslararası sistemde ve uluslararası aktörler arasında farklı bakış açılarına neden olmaktadır.
İran ile ABD giderek sertleşmesi ve iki devlet arasında sıcak bir çatışma yaşanacağına ilişkin değerlendirmelerin uluslararası kamuoyunun gündemine yerleşmesi, İran’ı küresel kaos senaryolarının merkezine oturtmaktadır. 
Bu senaryolar;
İran nükleer tesislerinin ve füze sistemlerinin ABD veya İsrail (Küçük ABD) tarafından vurulması;
Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması; 
İran’ın Şii-Sünni çatışmasına zemin hazırlayacak politikalar izlemesi;
En son olabilecek senaryo ise ABD ve güdümündeki Kürt gruplarla doğrudan İran’a kara harekâtı yapmasıdır.( ABD, İran’a düzenlenecek muhtemel bir kara harekâtını kolaylıkla göze alamayacağını, 2006 yılı Yüksek Lisanstaki İran ve Nükleer Kriz konulu tez savunmamda ki fikrimle hala aynı fikirdeyim. İran’ın köklü devlet geleneği, ulusal bilinci, dışarıdan gelen bir tehdide karşı ulusça birlikte hareket etme özelliği, sahip olduğu kısa ve orta menzilli füzeler, İran ordusunun gayri-nizami savaş tekniklerini iyi bilmesi, asimetrik çatışma yeteneğinin bulunması, devrim muhafızlarının bölge ülkelerindeki devlet-dışı aktörleri harekete geçirebilme kapasitesi, İran’ın engebeli ve dağlık coğrafi yapısı gibi faktörler İran’a yapılacak, özellikle kara harekâtının zorluğunu ortaya koymaktadır)
İran Nükleer Krizinde Muhtemel Senaryolar ve Türkiye’ye Etkileri İran’a askeri bir operasyon gerçekleştirilmesi, Hürmüz Boğazı’nın İran tarafından kapatılması ve bölgede Şii-Sünni çatışmasının çıkması senaryolarının hepsinden de en fazla etkilenecek ülke Türkiye gelmektedir. 
ABD’nin Irak’tan çekilmesi ve Arap Bahar’ının yol açtığı güvenlik sorunları ve belirsizlik, Suriye meselesi, Katar Krizi, Türkiye’yi stratejik yönden etkileyen gelişmelerdir. Enerji temini ve ekonomik konularda yaşanacak krizler bunun yanı sıra diplomatik ve siyasi krizler de, Türkiye’nin gerek bölgesel bir güç olması, gerekse de enerji konusundaki hassas yönleri Türkiye’yi zor durumda bırakmaktadır.
Ortadoğu jeopolitiği çok değerlidir. (Ne yazık ki Türkiye’de bu coğrafyanın bir parçasıdır) Bu bölgenin hep sorunlarla dolu olması bundan dolayıdır. Petrolün ve doğal gazın keşfedilip kullanıma sunulması, bu bölgede sorunların çıkmasının başlıca nedenidir. Bu bölgede halkının çoğunluğu Müslüman olmayan tek ülke İsrail; Arap olmayan sadece iki Müslüman ülke var, İran ve Türkiye’dir. Arap baharı ile Arap ülkelerine ileri demokrasi götürüldü. İran’la ilgili başlangıç yapıldı, Türkiye’mde tohumlar yıllar önce atılmaya başlandı. Günlük duruma, iktidar ki siyasilere göre değişen politikalardan   vazgeçilerek Milli Politika oluşturmanın zamanı geçmek üzere!!! Şunu hatırlatmadan geçemeyeceğim sadece başında Milli olan iki bakanlık vardır. Milli Savunma Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı. Bunun anlamı; hangi siyasi görüş iktidara gelirse gelsin uygulanması gereken tekbir politika Milli Politika olması gerekir. Ne yazık ki güzel Ülkemde bu bakanlıklar yaz boz tahtası!!
Sağlıkla, Sevgiyle, Bilgi ile kalın.
 

Yorum yapabilmek için üye girişi yapmanız gerekmektedir.

Üye değilseniz hemen üye olun veya giriş yapın.